11 Mart 2018 Pazar

12 Mart İstiklal Marşı'mızın kabulü

12 Mart 1921 tarihinde Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan İstiklal Marşı'mız Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını sembolize eder ve milli marş olarak kabul edilir. 
Kurtuluş Savaşı esnasında İşgal altında geçen yıllarda, halkın ve ordunun moral gücünü arttıracağı düşünülerek marş yarışması düzenlenmiştir  Bu yarışmaya 724 şair eser göndermiş ve eserlerinin milli marş olarak kabul edilmesini istemişlerdir. Mehmet Akif Ersoy bu yarışmayı kazanan kişiye para ödülü verileceğinden başlangıçta yarışmaya katılmak istememiştir. Fakat o dönemde Milli Eğitim Bakanı olan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in ısrarı üzerine yarışmaya katılmıştır ancak Milli Şair Mehmet Akif Ersoy'un İstiklal Marşı karşılığında tek bir şartı vardır; ödül almamak.
Mehmet Akif’in Kahraman Ordumuza başlıklı şiiri yapılan bu yarışmada birincilik kazanır. O yıl düzenlenen beste yarışmasında da  Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi kabul görmüş ve İstiklal Marşı 1924’ten 1930’a kadar bu beste ile söylenmiştir. 1930’dan sonra ise milli marşımız Zeki Üngör’ün bestesi ile çalınmıştır.
İstiklal Marşı, kayda ilk geçtiği günün üzerinden 97 yıl geçmesinin ardından dizeleriyle ve Mehmet Akif Ersoy'un 'Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın' sözleriyle yürekleri kabartmaya devam ediyor.
İSTİKLAL MARŞININ 10 KITASI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeliEbedî
yurdumun üstünde benim inlemeli

O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Akif Ersoy



                                         
                                                   



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder